27 Temmuz 2011 Çarşamba

şafak sıkıştırması

Şafak sıkıştırması diye bi şey var. Askerliğini yapanlar iyi bilir. Askerliğin son günlerinde yaşanır. Padişah gibi hissettir insana kendisini. Bitiyor olmasının verdiği bir rehavettir. Hatta çoğu mehmetçik bu rehavetten pisi pisine ölmüştür. Yani "ben mi kontrol edicem bu şafaktan sonra dedektörün pillerini?" deyip mayına basan insanlardan bahsediyorum.

Bende de o var sanırım şuanda. Askerliğimde yaşamadığım kadar üstelik, iş hayatında yaşıyorum. Bi şey yapasım gelmiyor.

24 Temmuz 2011 Pazar

suyun yolu

Yaşam koçu diye bir şey var. Ben hiç görmedim de, duydum. Aslında bir tanesini de gördüm diyebiliriz. İnsanların kişiliklerindeki güçlü ve zayıf yönlerin ortaya çıkarmaya ve pozitif düşünceyle zayıf yönlerin geliştirilmesinde rehberlik ettiklerini düşünüyorum. Yani başka ne olacağıdı ki?

Beleşten para kazanmak mı? Emin değilim. Sonuçta ben kendi kendimin yaşam koçuyum. Kendimden de para mı alcaktık? Ama eşime dostuma hobi olarak yaptığım şeyden para kazanılır mı ki? Sağlam pazar, iyi reklam gerekir bunun için. Hiç tarzım değil. Nasıl yapılır ondan de emin değilim. Ama aklın yolu bir, bence şöyle;

İyilik ve doğruluğun mutlak kavramlar olmadığından şüphe yok aslında. Ama hep bir sorunun birden çok çözümü olduğunu bilirdim de en iyi ve en doğru çözümün, kendi bulduğum olduğunu anladım. Ne de olsa; herkesin kendi doğrusu; kendince en iyi çözümü. (Yaşam koçları da bunun ekmeğini yiyor)

Suyun yolu varsa da kendi buluyor nasılsa. Bir su yolu yoksa da, o yolun oluşması zaman ve tekrar meselesi. Aynı durumlarda ortak davranışlar, o yolun oluşması için şart. Zor olan o suyu başka yola itmek. Ve kim olursa olsun, ister adına yaşam koçu densin, isterse de arkadaş densin; kişi istemedikçe kimse bi şey yapamaz. Kimse farklı yol kullanmamız için bizi yönlendiremez. ve kimse bana doğru bildiğimi yanlış, yanlış olanı da doğru kabul ettriemez.

İyilik ve doğruluk için irrasyonel demiştim de, aslında o kadar da ölçülemez değiller. Teamülleri bir kenara bırakırsak, yazılı olan kurallar neticede kötü ve yanlışın ne olduğu hususunda bize oldukça yardımcı olurlar. Ama yazılı olmayan, herkesin ortak davranış sergilemediği şeyler? "Sokağa tükürmek kötüdür" gibi etik kurallar değil demek istediğim. Daha özel, daha bencil, belki ahlaki konular.

Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değer değildir -Sokrates

Yaşlı teyzeye, dolu otobüste yer verilmesi gerektiğinin öğretilecek bir yanı yok. Ahlaklı olmakla da hiç mi hiç alakası yok bence. Asıl bakılması gereken husus; ne kadar düşünebiliyoruz? İster bir konu hakkında düşünmek olsun, isterse de karşındaki gibi düşünmek olsun(empati). Herkes düşünür, herkes bir sonuca bağlar fikrini de. "De" sinde kalıyorum. Aklın yolu bir biliyorum da neden buluşma noktası benimki olsun? Benimki olmasın tabi de, şöyle diyeyim; kabul edilebilinir tek bir görüş olsun? Çünkü; su akar yolunu bulur du.

Peki su olarak metaforlaştırdığımız bir görüş olması gereken yolda mı? "Herkesin su yolu kendine" diyerek abuk bir cevap vermeyi isterdim. Ama sanırım bu bir inanç meselesi. Deneme-yanılmalar yanılsamalara kapılmadan yapıldığı takdirde boş levha dolar (yazar burda tabula rasa ne demek biliyorum demek istiyor. Bknz. Tabula Rasa)

John Lock; İnsan bütün bilgilerini deneyimleriyle elde eder. Çünkü insan doğuştan hiçbir bilgi ve doğru taşımaz derken, Sokrates'in bilgi doğuştan gelir görüşünü tamamen zıttını savunur.

Bakınız tarihin ilk yaşam koçlarından Sokrates(Kesin kemikleri sızladı) Suyu yoluna koymak için neler yaparmış. Yaşam koçu'yum koçum ben! diyen teyzelerin yaptıklarına ne kadar benziyor. google'da aradım bu çıktı;


Sokrates bilginin insanda doğuştan olduğunu, bunların hatırlanmasıyla bilginin elde edileceğini söylüyordu. Bu doğuştan olan bilgiyi ortaya çıkarabilmek için özel bir çalışma gerekir ki, bu Sokrates’in yöntemini oluşturur. Onun yöntemi iki bölümden meydana gelmektedir.  

1- İronie (alay)
2- Maieutique (doğurtma).

1- Alay (ironie): Sokrates karşısındaki insanların yanlışlarını düzeltmek ve arkasından doğruları göstermek istiyordu. Bunun için de karşılıklı konuşma diyalog yolunu seçmişti. Karşılıklı konuşma esnasında karşısındakine "hiç bir şey bilmediğini" söylüyor ve onun fikirlerini söylettiriyordu. Daha sonra bu düşüncelerin yanlışlarını ortaya koyuyordu. Karşısındakinin yanlışlarını bir bir açıklıyor onunla adeta alay ediyordu. Bu sebeple onun bu ünlü "alaycılığı" yönteminin olumsuz yıkıcı yanı kabul edilmiştir. 
2- Doğurtma (Maieutique); maieutique (Fr.), maieutic (İng.), maieutik (Alm.), tevlid (Arapça), istiladiye(Osm.): Bu aşamada karşısındakinin sağlam zannettiği bilgilerini sarstığını görünce Sokrates soru-cevap tekniği ile konuşmaya devam ederek doğruları kendisine bulduruyordu. Yani, konuştuğu kimsede doğruyu meydana çıkarmağa girişiyor, onun zihninde saklı olan bilgileri doğurtmaya uğraşıyordu. Bu sanatına da, annesinin ebeliğine benzeterek maieutique (doğurtma, doğurtuculuk, doğum yardımcılığı, ebelik) adını veriyordu.

Sokratik yöntemin uygulanışı

Sokrates’in yönteminin çok açık bir örneği olan Menon diyalogundan seçilmiş aşağıdaki parçada O, bir köleye hiç bilmediği geometri problemini bulduruyor. Bu yöntemde uygulanan basamakları şöyle sıralayabiliriz: 
1- Sokrates burada, kendisine güvenmediğini ve hiçbir şey bilmediğini söyleyerek konuşmaya başlıyor.
2- Öğrenmenin bir hatırlama olduğunu söylüyor.
3- Köleye bildiklerinden hareketle adım adım yeni bilgiler veriyor.
4- Ona önce anlatıyor, ardından "değil mi?", "olur mu?", "olmaz mı?", "bulunur mu?", "etmez mi?" gibi sorular soruyor.
5- Köle bu sorulara kısa cevaplar veriyor.
6- Böylece köle bir geometri problemini çözmüş oluyor.
7- Bütün bu bilgilerin, kölenin kendisinde olduğunu, onun sadece bu bilgileri doğurttuğunu söylüyor.
8- Başka bir konuya geçiyor.
Sokrates'in uyguladığı yöntemi başka bir örnek üzerinde tekrar görelim. Eflatun'un Diyaloglarından Gorgias'da retorik (güzel konuşma, söylev, hatiplik) konusu açıklanmaktadır. Sokrates burada doğurtma yöntemi ile Sofistlerin yanlışlarını ortaya koymaktadır.

Bu diyalogda Sokrates yöntemini şöyle uyguluyor:
1- Önce karşılıklı konuşmaya karar veriyorlar.
2- Sokrates sorular yöneltiyor.
3- Karşısındakinden kısa cevaplar istiyor.
4- Cevaplar "evet, hayır, öyle, doğru" şeklinde oluyor.
5- Böylece adım adım kendi fikirlerini karşısındakine kabul ettiriyor.
6- Karşısındaki insanın da aynı fikirleri savunduğunu söyleyerek yanlışları ve çelişkileri ortaya koyuyor. (ironie).
7- Tartışmacının konuşmayı bitirmemesi için tekrar konuya çekiyor. Başka bir konuyu tartışmaya başlıyorlar.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi Sokrates’in yöntemini şöyle tanımlayabiliriz;

"Önceden özenle düzenlenmiş sorularla karşısındakinin zihninde saklı olan doğruları açığa çıkarma, böylelikle ona gerçeği buldurma temeline dayanan yöntemdir." Bu yöntem bir tümevarım yöntemidir.

Bu yöntemde daima kolaydan zora, özelden genele, tikelden tümele, olaylardan sonuca giderek gerçeğe ulaşılır. Sokratik yöntemde; 
kendisi, hiç bir şey bilmiyormuş gibi görünerek, karşısındakini konuşturarak ustalıkla gerçeği buldurma söz konusudur.

Sokratik yöntemin birinci basamağı olan “ironi" "alay" basamağında temel amaç, bir konuyu (tanım, sorun) karşısındakine tartışma yoluyla kabullendirmektir. Bunun için de tartışmacıya, önce hiçbir şey bilmediğine inandırma, sonra onun kendi söylediklerindeki çelişkileri ortaya koyarak fikirlerinden vazgeçirme söz konusudur. Bundan sonra tartışmacıya doğru bilgiye ulaşabileceği duygusu verilir. Genellikle Sokrates yönteminin bu basamağı yanlış anlaşılmakta ve buna ironi (alay) basamağı denilmektedir. Halbuki Sokrates'in amacı, karşısındaki insanın fikirlerinin yanlış olduğunu ortaya koyduktan sonra onun gerçeği bulması için motive olmasını sağlamaktır. ironi genellikle cynicism, sarcasm rölativizm ve nihilizmile karıştırılmaktadır. 

Halbuki bu basamakta Sokrates kendi fikirlerinin yanlışlığını anlayan kişinin konuşmaya devam etmesi için onu teşvik etmekte, adeta tartışmayı kızıştırmaktadır. Daha sonra ise, uygun, sistemli sorularla tartışmacının bilmediği, fakat tartışmayı yapanın bildiği doğrular adım adım buldurulmaya çalışılmaktadır. Yöntemin bu ikinci basamağına maieutique -doğurtma- adı verilir. Bu basamakta kişinin bildiklerinden hareketle yeni bilgiler kendisine buldurulur. 

22 Temmuz 2011 Cuma

ikinci basamak

Daha sonra unutmayayım diye şimdi sıcağı sıcağına yazıyorum. Bugün terfi aldığımın haberi geldi. 6 yıldır terfi bekleyen insanların arasında utanıp sıkılarak yaşadım sevincimi. Çok ilginç bir duyguymuş. Allah utandırmasın.

edit1: Terfi değil de pozisyon değişikliği aslında.
edit2: 6 olmasa da 4-5 kesin var. 1,5 yıldır ben bekliyodum zaten.

aydabir

Ayın durumu mudur, yoksa vücut saatinin getirisi midir bilmem de nerdeyse ayda bir çok daha hassas bir denyo oluyorum. Böyle alıngan kırılgan falan. Umutsuz arabesk zaman diliminde yaşayan bir tembel hayvan gibiyim. Verdiğim örnekte hayır yok baksana.

Ve hayat

İbrahim'e söylemiştim, sanırım çoğumuz için de geçerli; "Senin zihninde bir über insan var. Sen hareketlerinle sadece onu taklit ediyorsun" diye. Ve sen o taklit ettiğin hareketlere hiç esneklik payı vermiyorsun, o kadar katı ve bağlısın ki o tipe, bu yüzden hayat en çok seni kırıyor. Çünkü hayat o kadar acımasız ve sert ki sen ona karşı koyacak esnekliği tanımıyorsun.

Bir fikre, düşünceye, inanca bu kadar bağlı olmak, hayatla arandaki gerilimi arttırıyor. Gerilim arttıkça da bir zaman sonra illa ki kırılıyor. Kırılınca da çok acıtıyor..

Hayat zaten acımasız, yaşamak kolay değil. Ne diye biraz daha zorlaştırırız ki?

aklet

İki tip adama ifrit olurum.

Biri kot pantulun altına kundura giyenden. Biri de bu devirde içine hala atlet giyenden.(Gerçi dışına giyse daha fena. Sadece giyse çok daha fena. Sanırım benim derdim atletle adamım! Bak aklıma geldi şimdi; yıllar önce Biga'nın kapalı pazarında dolaşırken, pazarcının yazdığı "aklet 500bin lira" dövizi geldi aklıma. "Aklet ne la kafasına koduğum?" diye girişesimiz gelmişti Eren'le. Ayrıca şu da var; bir kadının atlet giymesi, bir erkeğin giymesinden çok daha kötü yapıyor beni. Hele hele arkadan görünen gölgesinde bir yamukluk varsa. Ayyh fena oldum. Resme bakın ne anlatmaya çalıştığımı göreceksinizdir.)

21 Temmuz 2011 Perşembe

kadın olmak

Kadın olmak zordur da neden zordur? Üstünüze alınmazsanız genelleme yapmak istiyorum cancişler.

-Bir sürü kıyafet olmalı, bunlarla hergün yeni kombinasyonlar oluşturulmalı. Çok fazla alternatif var. Geçiniz.

-Eşi kadın seçer. Erkek ister, kadın seçer. Yazık la bize. Seçerken bir sürü parametreyi bir araya getireceksin falan. Çok fazla alternatif var. Zor yani.

-Dedikodu önemli. Zaman geçireceksin de, ister karşında biri olsun lafın belini kır. İstersen de aç televizyonu sabahtan akşama o program senin bu talkshow benim dolaş dur. Çok fazla alternatif var. Oysa erkeklere aç telegolü uslu uslu izlesin.

-Vites mi değiştiresin, pedala mı basasın, yoksa yoldan geçen yaşlı, çocuk, hamile ve kedilere mi dikkat edesin? Erkek olsan motor bağırıyo mu dinle yeter. Araba sana her şeyi zaten anlatır.

-Bir de toplumcana yüklenen sorumluluklar var. Yok oturma, kalkma, konuşma, bakışma. Bissürü bi şey. Öfffh!

-Diyelim ki erkek olan iki arkadaş karşılaştı. konuşma şöyle olur genelde;
*Naber?
*İyi, senden naber?
Ama söz konusu erkek değil de kadınlar olunca iç sesi de eklemek gerekebilir;
*Naber?
(saçını mı kestirmiş, yok yok kestirmemiş)
(ojelerinin rengi ne güzelmiş, kaç numara acaba)
(ayakkabılara bak götüm gibi)
*İyi senden naber?
(onun üstüna o giyilir mi hiç!)
(kolyen güzelmiş tatlım)
(o çocuktan ayrıldı mı acaba?)

Görüldüğü üzere erkekler tekdüze, basit iken kadın olmak çeşitliik gerektiriyor. Bundan zordur işte.

19 Temmuz 2011 Salı

evlendik

Şimdi ben rasgele blogların birinde "evlendiğim için uzun zamandır yazı yazamadım panpişleriim :)) " diye okusam; vay gerizakalı der nıhahaha diye pis pis gülerdim. Halbuğse hiç gerek yokmuş.

Evlendik. Mutlu muyum? mutluyum! Pişman mıyım:) değilim! Yine olsa yine evlenirim.

Devlet Buba izin verdi, ve biz de vitamin ailemizi kurduk. Vatana millete hayırlı uğurlu ola!!