2 Şubat 2011 Çarşamba

dolar yeşili

Hiç yerde para buldunuz mu? Muhakkak bulmuşsunuzdur, herkes bulur. Ben de çok buldum. Ama biri kadar hiçbiri etkilememiştir beni. Ne aç ve çulsuz kaldığımda bulduğum, ne de yayan ve yorgun olduğumda bulduğum. Aslında tam olarak buldum da denemez ona, ama neyse.

Okulun son senesinde evi kapatmıştık. Sadece sınavlar için gidip gelirdim. Kalacak ev olmayınca da pansiyonlarda geçirirdim bu sınav zamanlarını. Olay mahali o kaldığım pansiyonun on metre çapıdır. O konuya gelicem. Yalnız;

İnsanların bir ortak noktası da, herkesin kolpacı bir tanıdığının olması. Neden böyle davranıyorlar, neden olmamış şeyleri olmuş gibi anlatıp insanların iştahlarını kabartıyorlar bilemiyorum. Ama lisedeki kolpacı arkadaşlarımın hikayeleriyle düş deryalarına dalıp dalıp çıktığımı da çok iyi biliyorum. Bu kolpa hikayelerin birisi de şöyledir; Kahramanlarımız turistin bol olduğu Antalya'nın ara sokaklarının birinde 1000 Mark bulur ve o Mark'ların nasıl afiyetle, çatır çatır yendiğiyle ilgili çok çeşitli serüvenler yaşarlar.

Gelelim olaya. Pansiyondan bahsettim. Bir final haftasında pansiyonun kapısından çıkıp(oha pencereden çıksaydın ayıcık) dolmuşa doğru volta almıştım ki, o da nesi?

Beş adım uzakta bir şey.

Dört adıma düştüğünde aradaki mesafe yeşili gördüm önce.

Dünyanın yuvarlak olduğunun kanıtıdır ya gemilerin önce bacasının görünmesi. Ben de kendi hayal denizimde geminin bacasını görmüş gibi sevindim üçüncü adımımı attığımda. Zira yerde bir para duruyordu. Gıcır gıcır, yemyeşil.

Kanaat kullanarak, iki buçuktan iki verdiğimde aradaki mesafeye; bariz şekilde okunuyordu, yerdeki yeşil şeyin üzerinde "100" yazdığı. Lisedeki kolpacı arkadaşlarımı andım ilkin. Dedim ki; "yıllarca çocukların günahını boşuna almışım." "Demek ki gerçekten de oluyor böyle şeyler."

Uzanacak mesafedeydim artık. Önce sağa baktım, temiz. "Neler alırım ki acaba?" diye bir kulaç daha atarken masmavi iç denizimde, bir yüzücünün aksine olanca yavaşlığımla çevirdim başımı sol tarafa. Sol da temiz.

Dibindeydim artık. Son bir ihtimal başımı geriye doğru çevirdim, orada da kimse yoktu. Rüzgardan korkar da kaçar belki o "şey" diye ayakkabımın ucuyla kulağına bastırdım. I ıh, kaçacak durumda değildi, bıraktım. Hayal denizimde ters yüzmeye başlamıştım artık. Keyfim gıcır. tek isteğim "o"nu alıp koşa koşa ordan kaçmak.

Eğildim.

Elim değdi.

Elim üzerinde gezinirken almak için; kıvrık bir yerini aradım, bulamadım. "Ben kıvırırım o zaman köşesinden!" diye, tuttum nefesimi daldım dibe doğru. En dibe ulaştığımda elime kum taneleri geldi. Ciğerlerim acıdı. Ama kumdan başka bir şey yoktu ki dipte. Aradım, sadece kum. Hep kum.

Ciğerlerimin nefese hasreti, "yüzeye doğru çık!" emri verdi kendime. Olanca kuvvetimle çıkarken yüzeye, küfür ediyordum içimden. Sonra karar değiştirdim. İçimden ettiğimi dışımdan söyledim.

"Şerefsizler, şaka parası yapıştırmışlar kaldırım taşına. Piçler!!!"

Dolmuşa bindiğimde etrafta kameraya benzer bir şey olmadığına emin olmaya çalışıyordum. Yıllar geçti. Hala emin olamıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder