26 Mart 2011 Cumartesi

küfür

Çok ağzı bozuk birisi değilimdir. Yettiği kadar, derdimi anlatacak kadar ederim.

Çekinirim topluluk içinde küfretmekten; "aman ayıp olur" kaygısından. Yazı yazarken çok yersiz kullandığımı farkettim geçenlerde. Bir bukowski değiliz tabi, sanat olsun yazdığımız. Yersiz küfürler beni rahatsız etti başkasını neden etmesin ki?

Ama küfürün bir de acı azaltıcı etkisi varmış. Şereffsizim aklıma gelmişti diyor, eski de olsa haberin linkini veriyorum. Ahan da link

22 Mart 2011 Salı

zihin manipülasyonu

Geçenlerde bir arkadaşıma (tamam lan tamam, Mert'e) hızlı konuşmanın aslında çok kötü bir şey olmadığını, hatta ehil dillerde zihin manipulasyonu için kullanıldığından bahsedicektim. Araya laf girdi, bişi oldu kaynadı gitti. Ben de buraya yazayım istedim.

Nedir zihin manipülasyonu? En kısa tanımıyla: Fena bir şey. Ben de Derren Brown sayesinde öğrendim.

Derren Brown zihin manipulasyon teknikleri kullanarak konuşması ve bakışlarıyla karşısındaki insanı ya da insanları hipnoz edebildiği, standart hipnoz yöntemlerine başvurmadan bir insanın hafızasını manipüle edebildiği iddia ediliyor. Örneğin anılarınızı silmek gibi.

Şovlarında metroda giderken hangi durakta ineceğini unutturduğu insanlar mı istersiniz? Yoksa kaybeden bilete ikramiye verdirdiği gişe gorevlileri mi? Ya da aklından geçen soruyu tahmin ettiği insanların yaşadığı şoku mu? Ne alırdınız?

Ben nasıl tanıdım bu adamı anlatayım. Şovunda, piyango çekilişinde çıkacak sayıları bilmesiyle gaztelere düştü. Tekniğine göre herkesten numaralar için sırasıyla tahminler alıp, o tahminlerin aritmetik ortalamasıyla büyük ikramiyenin (sayısal loto gibi bişii) numaralarını bulduğunu açıklamıştı. "Aha manyak niye oynamamış ki bunu" dedim bir de "dur ben bunun internet sitesi şeklinde yapayım" dedim. Öyle proje olarak hala durur, neyse..

işte böyle manyak adam. vidyoları var. Bu var mesela.

İrrasyonaliteye uygun; o yapıyosa ben de yaparım ki! diyip yakında başlarım deneylerime. Allah o neolduğunu bilmeyecek deneklerime kolaylık versin. Beni çok yanlış tanıyacaklar. Ama olsun. her şey bilim için. Her-Şey-Biliğm-İçiğn heşşeybilimicin!!!

20 Mart 2011 Pazar

ölen kişinin telefon numarasını rehberden silmek

En zoru da ölen arkadaşı telefon listesinden silmek.

Öldüğünü, artık olmadığını biliyorsun. Ama o listeden silmek, uzun zamandır görüşmediğin biri olsa dahi tokat gibi vuruyor insanın yüzüne gerçekleri.

Her ölüm erkendir de, ya intiharlar?

Tanıdığım en aklı başında insanlardan biriydi. İntihar kararında bunun payı var mı? Yoksa gerçekten de "intihar; başkasını cezalandırma yöntemi mi?" şuanda emin değilim.

Çok şey yazılır, çok şey söylenebilinir. Gerek yok. Sen rahat uyu Murat.

17 Mart 2011 Perşembe

çıt dedi

Burun için aldığım raporun sonlarına gelirken olaylar şöyle gelişti;

Zincirine güvendim dev gibi köpeğin!! Bilmem ne çoban köpeğiymiş, bi ton gelir bence tartsan. hantal da bi şey. yanaştım da yanaştım ben de. Bok varmış meğersem.

O hantal hayvan kalktı, adım adım üzerime gelirken ben de adım adım geri gittim. Bi süre sonra ikimiz de hızlandık. Zinciri tuttu hayvanı, ama ben devam ettim.

Sonra arkam ağır gelse gerek, geriye doğru gittim. Kıçım yere değmeden "götü koruyacaksın yeğen!" lafı aklıma geldi sanırım. "Dur!" dedim; betondan zemine avuç içlerimi göstererek. Dinlemedi tabi. Götü kurtardık da sol bilekten çıt sesini duydum.

11 Mart 2011 Cuma

Ameliyathane yeşili

Ameliyat oldum. Hem de en anlatılabilirinden. Lokal anestezili burun amelyatı!!

Burnumda; dıştan hiç belli olmayan, ama içten içe nefes yollarını tıkayan bir kemik yamukluğu vardı. Kış aylarında iyice şişen konkalarla birlikte bir operasyon elzem haline gelmişti.

Ameliyathane yeşiliyle ilk karşılaşmamdı.

Galoşları, topuklarına bastığım ayakkaplarıma geçirdim.

Soldaki odaya geç dediler. Kapısında "hasta hazırlama" yazıyordu. Kıyafeti (ameliyat önlüğü gibi bi şey) benimle aynı olan bi kadın daha vardı. Ağlıyordu. Neden diye soramadım haliyle. Hemşirenin biri gel dedi bana. Başka bir odaya geçtik.

Müzik çalıyordu. Yabancı şarkı. Uzan dediler, uzandım. Tepemde o filmlerde gördüğüm ışıklandırmalardan, sönüktü ama. "Elini uzat da yolu açalım" dedi hemşire. Serumu bağlayı verdi saniyesine. Göğsümün etrafına kablolar bağladı falan. Sonra doktorum geldi. Civanım; "bir sakinleştirici yapalım sonra lokal olarak, tamamen uyutmadan işlemi yapalım" dedi bana, Emrah bakışı attım.

Sakinleştiriciyi o sırada verdiler sanırsam. Ama ne sakinleştirmek arkadaş. Resmen apayrı alemlere aktım gittim. Hele oksijen borusunu da verince ağzıma. Uff!! Çift etkili. Aman aman. Kafaların en güzeli yaşadım yeminle. Çok hatırlamıyorum işte o anları. Hatırladığım kütür kütür sesler. O kütürtüden bir süre sonrasında tak tak çekiç sesleri. Ve en sonda da, benim dikiş diye tahmin ettiğim canımı hafiften acıtan bi şeyler. Ha bi ara da öksürmüştüm genzime kaçan sıvılardan. Hatta "hapşırsam şimdi adamlara doğru noolur??" diye içimden de düşünmüştüm.

Yaklaşık 25 dakkada her şey bitti.

Hastabakıcının birisi bi sedye yanaştırdı bana doğru. Benim galoşlu ayakkabılarımı attı altına. O sırada da elime bi gazlı bez verdi. Al bunu sıkı tut dedi. Tuttu kolumdan beni kendi sedyesine geçirdi. Çıkardı odadan, amelyathanenin çaprazında bir duvar kenarına parketti sedyeyi. "Burası neresi, Niye burda bıraktı gitti beni, Ben kendim nasıl bulcam odamı" diye salak salak bakınırken o parkettiği duvarda asılı tabelayı gördüm. "hasta ayılma alanı" gibi bi şey yazıyordu. zaten hemen sonrasında da geri geldi hastabakıcı. Aldı beni götürdü odama.

Odada yatağıma geçtikten sonra "elimdeki ne" diye baktım, bana verdikleri sargı beziydi. "Bunu bana niye verdiler ki" diye düşündüm açtım bezin içini. Meğersem burnumdan çıkan kemiklermiş. Merak edenler için resmini çektim. Yüklerim sonra.(bi hafta sonrası editi: resim geldi, burdan!)

Ve tamponlar. Aslında burnun içinde kocaman şeylerle yaşamaya alışıyor insan. Ama nerden geldiği belli olmayan bir su akıntısı oluyor. O su da birikiyor o tamponlardan sızıyor. En fazla iki gün dayanılır o şeylere. Zaten iki gün sonra da çıkartıyorlar.

Ve tamponun çıkış anı.

Böyle beynimden kopup gelircesine, ve çektikce gelen, asla bitmiycek bir şey gibi. Sanki tişörtü rula halde sıkıştırıp tek delikten içeri sokmuşlar gibi. Ama o tamponlar çıktıktan sonra alınan nefes. Aman allahım, dünyanın en güzel hissi. Dört gün önce sıktığım parfümün bile buram buram kokusunu duyunca it gibi olduğumu anladım.

İt gibiyim, iki hafta rapor da cabası.

Son olarak. Bu operasyonu olup olmamakta tereddütleriniz varsa, hiç düşünmeyin. Özel sağlık sigortası (bendeki finansbank çalışanlarına yapılan acıbadem sigorta) konka'yı karşılarken septum deviasyonunu karşılamıyor. Bilginiz olsun. Ama devlet hastaneleri de süper. Hiç çektiğinize değmez.

2 Mart 2011 Çarşamba

kader

Çok net anımsıyorum. İlkokul dördüncü sınıftaydım. Din dersinde kader ve kaza konusu işleniyordu. Hoca dedi ki; "Allah baba önceden yapılacak şeyleri biliyor! (baba demedi tabi, buba dedi) Zaten o istediği için o şeyleri yapıyoruz. Buna kader deniyor. Kaderimizde olan olayın gün gelip gerçekleşmesine de kaza denir." Çok kafam karışmıştı. Allah nasıl olurda bana ya da başkasına kötü bir şey yaptırırdı ki?

Yıllar geçmiş, ama din dersi ve ahlak bilgisi dersinin müfredatı, daha önemlisi de o dersi verenlerdeki kafa yapısı aynı olduğundan ortaokul-lise yıllarının bir din dersinde yine aynı şekilde yine aynı konu işlenmişti. İşte o gün biraz daha şekillendi aklımdakiler.

Şüphesiz ki; (ona) hep inandım, hep gazabından korktum ve en önemlisi hep şükrettim. Kimi zaman zayıfladı inancım, kimi zaman arttı. Ama hep vardı.(De ki) Neden olmasındı ki, gayet mantıklı sonuçta bir yaradanın varlığı.

Tanrı bizi korusun. Amin.

Hep şöyle düşünüyorum kader konusunda;

Bir tabloysa bizim hayatımız. Sadece ana hatlar belirlenmiş, ayrıntıları yapmamız için tanrı fırçayı da, tuvali de bize bırakmış. İşte buna inanıyorum.

Abidin mutluluğun resmini yapabildi mi hiç bilmiyorum. Ama ben kaderin resmini yapmayı başardım. işte o resim;

Bu fikirler olgunlaştıktan sonra, hatta yıllar yıllar sonra ingilizce bir şarkıda causes and consequences diye bir şey duymuştum. Nedenler ve sonuçlar demek. Kaderi kabul etmeyen bir kelime dizesi gibi duruyor. Ve çoğu zaman da haklı. Bir karar veririz ve sonucuna katlanırız. Kendi bacağımızdan asılır, kader diyemeyiz zira biz kendimiz etmişiz.

Hem öyle, hem değil. Hem serbestiz hem bağlı. Seçimlerimizde hep özgürüz, ama dönüp dolaşacağımız yer hep aynı. Hayatla ilgili alternatiflerimiz çok olsa da rotamız belli, hem de ilk başından. O yüzden mümkün olduğunca farklı yollara sapmakta yarar var gibi.

Tanrı bizi doğru yoldan saptırmasın. Amin!