Ameliyat oldum. Hem de en anlatılabilirinden. Lokal anestezili burun amelyatı!!
Burnumda; dıştan hiç belli olmayan, ama içten içe nefes yollarını tıkayan bir kemik yamukluğu vardı. Kış aylarında iyice şişen konkalarla birlikte bir operasyon elzem haline gelmişti.
Ameliyathane yeşiliyle ilk karşılaşmamdı.
Galoşları, topuklarına bastığım ayakkaplarıma geçirdim.
Soldaki odaya geç dediler. Kapısında "hasta hazırlama" yazıyordu. Kıyafeti (ameliyat önlüğü gibi bi şey) benimle aynı olan bi kadın daha vardı. Ağlıyordu. Neden diye soramadım haliyle. Hemşirenin biri gel dedi bana. Başka bir odaya geçtik.
Müzik çalıyordu. Yabancı şarkı. Uzan dediler, uzandım. Tepemde o filmlerde gördüğüm ışıklandırmalardan, sönüktü ama. "Elini uzat da yolu açalım" dedi hemşire. Serumu bağlayı verdi saniyesine. Göğsümün etrafına kablolar bağladı falan. Sonra doktorum geldi. Civanım; "bir sakinleştirici yapalım sonra lokal olarak, tamamen uyutmadan işlemi yapalım" dedi bana, Emrah bakışı attım.
Sakinleştiriciyi o sırada verdiler sanırsam. Ama ne sakinleştirmek arkadaş. Resmen apayrı alemlere aktım gittim. Hele oksijen borusunu da verince ağzıma. Uff!! Çift etkili. Aman aman. Kafaların en güzeli yaşadım yeminle. Çok hatırlamıyorum işte o anları. Hatırladığım kütür kütür sesler. O kütürtüden bir süre sonrasında tak tak çekiç sesleri. Ve en sonda da, benim dikiş diye tahmin ettiğim canımı hafiften acıtan bi şeyler. Ha bi ara da öksürmüştüm genzime kaçan sıvılardan. Hatta "hapşırsam şimdi adamlara doğru noolur??" diye içimden de düşünmüştüm.
Yaklaşık 25 dakkada her şey bitti.
Hastabakıcının birisi bi sedye yanaştırdı bana doğru. Benim galoşlu ayakkabılarımı attı altına. O sırada da elime bi gazlı bez verdi. Al bunu sıkı tut dedi. Tuttu kolumdan beni kendi sedyesine geçirdi. Çıkardı odadan, amelyathanenin çaprazında bir duvar kenarına parketti sedyeyi. "Burası neresi, Niye burda bıraktı gitti beni, Ben kendim nasıl bulcam odamı" diye salak salak bakınırken o parkettiği duvarda asılı tabelayı gördüm. "hasta ayılma alanı" gibi bi şey yazıyordu. zaten hemen sonrasında da geri geldi hastabakıcı. Aldı beni götürdü odama.
Odada yatağıma geçtikten sonra "elimdeki ne" diye baktım, bana verdikleri sargı beziydi. "Bunu bana niye verdiler ki" diye düşündüm açtım bezin içini. Meğersem burnumdan çıkan kemiklermiş. Merak edenler için resmini çektim. Yüklerim sonra.(bi hafta sonrası editi: resim geldi, burdan!)
Ve tamponlar. Aslında burnun içinde kocaman şeylerle yaşamaya alışıyor insan. Ama nerden geldiği belli olmayan bir su akıntısı oluyor. O su da birikiyor o tamponlardan sızıyor. En fazla iki gün dayanılır o şeylere. Zaten iki gün sonra da çıkartıyorlar.
Ve tamponun çıkış anı.
Böyle beynimden kopup gelircesine, ve çektikce gelen, asla bitmiycek bir şey gibi. Sanki tişörtü rula halde sıkıştırıp tek delikten içeri sokmuşlar gibi. Ama o tamponlar çıktıktan sonra alınan nefes. Aman allahım, dünyanın en güzel hissi. Dört gün önce sıktığım parfümün bile buram buram kokusunu duyunca it gibi olduğumu anladım.
İt gibiyim, iki hafta rapor da cabası.
Son olarak. Bu operasyonu olup olmamakta tereddütleriniz varsa, hiç düşünmeyin. Özel sağlık sigortası (bendeki finansbank çalışanlarına yapılan acıbadem sigorta) konka'yı karşılarken septum deviasyonunu karşılamıyor. Bilginiz olsun. Ama devlet hastaneleri de süper. Hiç çektiğinize değmez.
11 Mart 2011 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder