8 Aralık 2013 Pazar

dağarcik

Alper - ater
Kalem - kaniş
Amca - anık
Balon - bamba
Tablet - taptap
Çınar - çin
Emzik - emme

11 Eylül 2013 Çarşamba

Eğitim - Öğretim

Türkiye'deki eğitim sistemi çarpıktır ya hani, bir yerlerde bir yanlışlık vardır ya.. Benim de aklıma takıldı.

Devletin ve özel sektörün rekabete girip, devletin galip geldiği başka bir alan var mı bilmiyorum.. Mesela özel hastaneler ile devlet hastanesini karşılaştırsana.. Ama bir de kolej ile fen lisesini karşılaştır.. Demek istediğim o..

Parayla satın alınamayan bir şey varsa, o da şüphesiz ki bilgidir. (Üniversite kırtasiyecilerine bırakılan ders notlarına daha sonra değineceğim.)

Yavru deve annesine sormuş:

“Anne bizim boynumuz neden uzun?”

Anne yanıtlamış:

“Uzaktan gelebilecek tehlikeleri çölde rahtlıkla görebilmek için yavrum.”

“Peki anneciğim, bizim neden hörgücümüz var?”

“Çöl sıcaklarına uzun süre katlanabilmek için var yavrum.”

“Anne, ama bizim toynaklarımız ne işe yarıyor?”

“Yavrucum toynaklarımız olmasa çölde kumlara batarız sonra”

Ve yavru anne biz süperiz ya o zaman!!

“Peki anne, bizim Atatürk Orman Çiftliğinde ne işimiz var?”

Ülkeye bir bakın ülke Atatürk orman çiftliğinde yaşayan develerle dolu..


O develeri kim koydu oraya? :)


Kimse, çünkü o develer orada doğdu. öyle bir sistem ki bu.. Türk ekolü..

-

Ekol Fransızcada okul anlamına geliyormuş.. Türkçe'de ne anlama geliyor? Sanat ya da fikir akımı. ilk seferkine hep sadık fakat her seferinde kendine ekleyen, sürekli geliştiren bir şey. Bu sebeple Türkiye'nin en büyük üniversiteleri hangileridir sorusuna hep aynı cevaplar veriliyor. Neyse..

Önceden öyleydi; hayattan istediğini alabilecek aileler ve çocukları özel okullara giderdi. İyi de bir eğitim alırlardı, hatta istese atom mühendisi bile olabilirlerdi.. Hatta oldular da; parasıyla değil mi? Ama hakkını yemeyeyim, artık gözümdeki imajı pek öyle değil. 

Tabi ki tek özel eğitim tecrübesi ailesinin zoruyla matematikten özel ders almış ve bir yıl da dershaneye gitmiş birisi için, özel okullar(vakıf üniversiteleri) için ileri geri konuşmak doğru değil. Sadece sallıyorum. 

-

Ezberci eğitim sistemi var bir de. Türk ekolünün değişmezi. Fotokopiciden alıyoruz kağıtları, koyuyoruz rahleye. Ertesi gün bilgi yüklü şekilde sınava...  Not yüksek geliyor ama, herkes 3 saat sonra her şeyi unutuyor ve yıllar sonra işi düştüğünde araştırıp öğreniyor.

Araştırıyor ve Öğreniyor.

Bir daha da unutmuyor. 

Proje bazlı eğitim sisteminde araştırma yapmadan, üzerine düşünmeden, konuları ve bağlantılarını zihinde canlandırmadan ve de farklı duyuları harekete geçirmeden; Ezber ekolünden hareketle ne derece başarılı olunur bilemiyorum. Aksi durumda proje ödevini ebeveynler hazırlasa da, beyin kaslarının yeterince gelişeceğinden ümitliyim.

Çok sevdiğim A. Şerif İzgören'den bir örnek daha vermeden geçemeyeceğim;

Bir gün Diyarbakır'da bir matematik öğretmeni, ders işlerken çilek kelimesini kullanıyor ve öğrencilerin yüzündeki şaşkın ifade sebebiyle öğrencilerine: "Çocuklar çileğin ne olduğunu daha önce hiç duymadınız mı?" sorusunu yöneltiyor, gördüğü manzara karşısında şok oluyor. Çünkü Diyarbakır'ın bir köyünde öğrencilerden hiçbirinin hayatında çilek yememiş ve hatta yemeyi bırakın resmini dahi görmemiş olmasından dolayı öğretmen oldukça şaşırıyor.

Öğretmen düşünüyor, Bursa'ya ziraatçilere yazıyor durumu, toprak numunesi de gönderiyor 

Mektuba çok geçmeden fidanlarıyla birlikte cevap geliyor. Matematik dersleri bahçe de işlenmeye başlıyor, çıkıyorlar dışarıya çapa yapıyorlar, fidanları ektiriyor, anlatıyor..

Matematik notunu da yetiştirdikleri çilek üzerinden alacaklarını söylüyor. Bir kaç ay sonra herkes yetiştirdiği çilekleri sınıfa getirdikten sonra hep birlikte yiyorlar..

Daha önce hayatında hiç çilek görmeyen bu köy, Diyarbakır'ın en iyi çilek üreticisi olup, merkezde ürettikleri çilekten kazanç sağlamaya başlıyor..

Bütün öğretmenlerimizin aynı vizyonda olması dileğiyle..

23 Ağustos 2013 Cuma

okul duvarı

Antalya Barbaros ilkokulunun bahçesine resimler çizmiştik, bütün duvarı boyamıştık çocuk halimizle. Yıllar geçtikten sonra bile her geçişimde çizdiğim kaplumbağaya bakarak o günü hatırlardım. Keşke her okul yapsa bunu. Bir de keşke o resim öğretmeninin ismini hatırlayabilsem.

Edit: Kıymet Türe'ydi sanırım

16 Nisan 2013 Salı

Pınar

İnsanın hafızası ne kadar zayıf olursa olsun, bazen öyle anıları oluyor ki; dün yaşanmışçasına canlı duruyor zihninde.

Kaç yaşındaydım bilmiyorum, ama küçüktüm.

Kardeşim olsun istiyordum. aslında kardeş nedir bilmiyordum da, işte bir oyun arkadaşı istiyordum. Daha çok da başkalarında olup bende olmayan bir oyuncak.

Bir gün "Kardeşin olacak." dediler annem, babam. "Olleeyy" diye bağırdım. Belirttiğim; zihnimin en canlı anısı da bu işte. Veli amcamlara misafirliğe gitmiştik akşamında. Mahsun Kırmızıgül'ün yeni çıktığı zamanlardı. Televizyonda o vardı; Kıllı suratı, yerlere değen kırmızı atkısı hala gözümün önünde. "Kardeşim olacak dedim! "Aaa hayırlı olsun, ne kadarlık cinsiyeti ne?" falan dediler, annem "daha yeni" dedi utanarak. ondan sonrasını da hatırlamıyorum zaten.

Sonrası fotoroman tadında tek karelerden oluşan geçmiş. Pek hatırlamıyorum geçmişimi.

Rahatsızlığı nedir kardeşimin halen daha tam olarak bilmiyorum. Doğduğunda kafatası su topluyordu. Şu balon çocuklar olur ya; onlardandı işte Pınar. O kadar çok ağladı ki annem, babam. Göz pınarlarının kuruduğunu iddaa ederler. Ama ben babamın masanın üzerinde duran su şişesinden kopya çektiğini düşünüyorum. O fotoroman gibi olan geçmişimden bir karedir bu.

Doğduktan sonra beynindeki su birikmesi durmuştu. Yeni doğan tüm bebeklerden büyük, kocaman, kel bir kafası vardı.  Sarı saçlı ve koca kafalı olunca Tweety'e benzetmiştik. muhtemelen ben benzetmişimdir onu da, emin olamıyorum. Ama o zamanlar tweety'i iyi bilen ve benzetme özelleği her zaman olan birisi olmam, beni bu konuda diğer rakiplerime göre bir adım öne çıkarıyordu. Uzunca süre de Tweety'e benzer şekilde büyüdü bebekceğiz. normal değildi. Yani bir zeka geriliği vardı illa ki, ama su toplamasının durması, umutlarımızı arttırıyordu.

Defalarca gittik geldik Ankara'ya.

Akrabamız olan ve Ankara'da  yaşayan tek tanıdığımız Veli Duyan'ın evini istila etmişti resmen bizimkiler. Hep umudu vardı babamın.

Defalarca gittik geldik Ankara'ya. Bir süre sonra burundan beslemeyi kesmiştik, babam hep diline masaj yapıyordu, onun etkisi olduğunu düşünür. Bense bilmem ama artık ağızdan besleyebiliyorduk bebekceğizi, çiğneyebiliyordu sanki biraz.

Alalalala lalala lalala diye bir şarkısı vardı. Koltuğa tutunarak sıralamaya bile başlamıştı. Bense tüm kardeşlik sorumluluklarımı yerine getiriyor; mamasını verip altını değiştiriyordum. Hatta bir keresinde altını değiştirirken kakasında tenyaya rastlamıştım. Ömrümde unutmayacağım en korkunç ve en tiksinç anımdır. Upuzun siyah kaygan boklu rezalet bir hayvan tenya şerefsizi. Ve küçücük bebeğin vücudunda ürüyor..

Bir sabah okula gitmek üzere erkenden kalktığımda ona da bakayım dedim.

Titriyordu ve morarmıştı. Menenjit sanırım. ya da bilmediğim bir şey. O saatten sonra insan cahil olmak istiyor. Bi şey ama ney? Menenjittir heralde..

Uzunca yoğun bakımda kaldı.

Sonra çıktı, ama sonrasında da annemin özellikle de babamın yoğun bakımında kalmaya devam etti.

Şu an kaç yaşında bilmiyorum 18 belki de 20. Ama hala bebek. Hala bizim için bir bebekçeğiz.

Ben anlamıyorum ama bizimkilerle arasında geliştirdiği bir dili bile var. Her şeyi anlatabiliyor.

Antalya'ya gittikçe kardeşlik vazifelerimi de yerine getiriyorum. Doyuruyorum mesela, oynuyorum, seviyorum..

Ama o hiç bana karşı olan kardeşlik vazifesini yerine getirmedi.

Hiç oynamadı benimle, hiç sevdiğim ve bana ait olan şeyleri almadı, hiç kızdırmadı. Ve benim bilmediğim, bilemeyeceğim bir çok vazifesini yerine getirmedi..

Ha pardon, kızdırdı. Sevmediği yemekleri yedirmeye çalışınca, diliyle kaşığı geriye ittiği zamanlar kızmıştım. Şimdi hatırladım.

Ne çok kızdırmış meğersem.

yaş

Yaş olmuş yirmi dokuz bilemedin otuz.. Hala blog bilgilerinde 27 görünüyor.
Ne pis ne tembel bir şeysin sen. Mendebur!! Git düzelt çabuk orayı.