İnsanın hafızası ne kadar zayıf olursa olsun, bazen öyle anıları oluyor ki; dün yaşanmışçasına canlı duruyor zihninde.
Kaç yaşındaydım bilmiyorum, ama küçüktüm.
Kardeşim olsun istiyordum. aslında kardeş nedir bilmiyordum da, işte bir oyun arkadaşı istiyordum. Daha çok da başkalarında olup bende olmayan bir oyuncak.
Bir gün "Kardeşin olacak." dediler annem, babam. "Olleeyy" diye bağırdım. Belirttiğim; zihnimin en canlı anısı da bu işte. Veli amcamlara misafirliğe gitmiştik akşamında. Mahsun Kırmızıgül'ün yeni çıktığı zamanlardı. Televizyonda o vardı; Kıllı suratı, yerlere değen kırmızı atkısı hala gözümün önünde. "Kardeşim olacak dedim! "Aaa hayırlı olsun, ne kadarlık cinsiyeti ne?" falan dediler, annem "daha yeni" dedi utanarak. ondan sonrasını da hatırlamıyorum zaten.
Sonrası fotoroman tadında tek karelerden oluşan geçmiş. Pek hatırlamıyorum geçmişimi.
Rahatsızlığı nedir kardeşimin halen daha tam olarak bilmiyorum. Doğduğunda kafatası su topluyordu. Şu balon çocuklar olur ya; onlardandı işte Pınar. O kadar çok ağladı ki annem, babam. Göz pınarlarının kuruduğunu iddaa ederler. Ama ben babamın masanın üzerinde duran su şişesinden kopya çektiğini düşünüyorum. O fotoroman gibi olan geçmişimden bir karedir bu.
Doğduktan sonra beynindeki su birikmesi durmuştu. Yeni doğan tüm bebeklerden büyük, kocaman, kel bir kafası vardı. Sarı saçlı ve koca kafalı olunca Tweety'e benzetmiştik. muhtemelen ben benzetmişimdir onu da, emin olamıyorum. Ama o zamanlar tweety'i iyi bilen ve benzetme özelleği her zaman olan birisi olmam, beni bu konuda diğer rakiplerime göre bir adım öne çıkarıyordu. Uzunca süre de Tweety'e benzer şekilde büyüdü bebekceğiz. normal değildi. Yani bir zeka geriliği vardı illa ki, ama su toplamasının durması, umutlarımızı arttırıyordu.
Defalarca gittik geldik Ankara'ya.
Akrabamız olan ve Ankara'da yaşayan tek tanıdığımız Veli Duyan'ın evini istila etmişti resmen bizimkiler. Hep umudu vardı babamın.
Defalarca gittik geldik Ankara'ya. Bir süre sonra burundan beslemeyi kesmiştik, babam hep diline masaj yapıyordu, onun etkisi olduğunu düşünür. Bense bilmem ama artık ağızdan besleyebiliyorduk bebekceğizi, çiğneyebiliyordu sanki biraz.
Alalalala lalala lalala diye bir şarkısı vardı. Koltuğa tutunarak sıralamaya bile başlamıştı. Bense tüm kardeşlik sorumluluklarımı yerine getiriyor; mamasını verip altını değiştiriyordum. Hatta bir keresinde altını değiştirirken kakasında tenyaya rastlamıştım. Ömrümde unutmayacağım en korkunç ve en tiksinç anımdır. Upuzun siyah kaygan boklu rezalet bir hayvan tenya şerefsizi. Ve küçücük bebeğin vücudunda ürüyor..
Bir sabah okula gitmek üzere erkenden kalktığımda ona da bakayım dedim.
Titriyordu ve morarmıştı. Menenjit sanırım. ya da bilmediğim bir şey. O saatten sonra insan cahil olmak istiyor. Bi şey ama ney? Menenjittir heralde..
Uzunca yoğun bakımda kaldı.
Sonra çıktı, ama sonrasında da annemin özellikle de babamın yoğun bakımında kalmaya devam etti.
Şu an kaç yaşında bilmiyorum 18 belki de 20. Ama hala bebek. Hala bizim için bir bebekçeğiz.
Ben anlamıyorum ama bizimkilerle arasında geliştirdiği bir dili bile var. Her şeyi anlatabiliyor.
Antalya'ya gittikçe kardeşlik vazifelerimi de yerine getiriyorum. Doyuruyorum mesela, oynuyorum, seviyorum..
Ama o hiç bana karşı olan kardeşlik vazifesini yerine getirmedi.
Hiç oynamadı benimle, hiç sevdiğim ve bana ait olan şeyleri almadı, hiç kızdırmadı. Ve benim bilmediğim, bilemeyeceğim bir çok vazifesini yerine getirmedi..
Ha pardon, kızdırdı. Sevmediği yemekleri yedirmeye çalışınca, diliyle kaşığı geriye ittiği zamanlar kızmıştım. Şimdi hatırladım.
Ne çok kızdırmış meğersem.
16 Nisan 2013 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder